17 Ocak 2014 Cuma

Ne Uzun Ne Kısa: "Kendini iyi hisset" (2)

Selam.
İlk bölümüyle yaklaşık 7 kişinin merakını cezbetmeyi başaran serinin 2. bölümünü de türün herkes tarafından bilinen örneklerinden ziyade daha kıyıda köşede kalmış olduğunu düşündüğüm eserlerini seçmeye çalışarak, mümkün mertebe yakın zamanlarda izlediğim filmlerden hazırladım. Tabii ki önce müzik:




"Kendini iyi hisset" filmlerinin en önemli özelliklerinden biri bağlamsal anlamda küçük dünyalar ve yaşantılar üzerine odaklanan, genelde hayatında manevi açıdan tatmini bulamamış karakterlerin basit görünen sorunlar ve karmaşalar içerisindeki mücadelelerine yer vermesi. İlk tahlilde ortaya çıkan bu tabloya daha dikkatli bakıldığında ise çoğunlukla "kendini gerçekleştirme" üzerine bir çabanın varlığının farkına varılabilir. Kişinin yaşadığı eksikliği kapatma çabası olarak özetlenebilecek hikayeler kimi zaman kulağa hüzünlü gelse de, sinemanın gücü bu hikayeleri çok daha sevimli ve sona erdiğinde izleyiciye kendini mutlu hissettirebilen kimlikler kazandırabilmekte. Bu nedenle "Bu filmi izleyip nasıl iyi hissedeyim lan kendimi, şimdi bile ağlayasım var," diye düşünürseniz eğer, düşünmeyin. Önce filmi izleyin.

-Cut the crap, Mike.

Evet, bence de. İlk filme geçelim o halde:




Oldukça zengin ve kendine ait bazı sırlara sahip bir ailenin tek çocuğu olan Charlie, ergenlik buhranları içerisinde yaşadığı kimlik arayışları sırasındaki davranışları nedeniyle sıradan bir devlet okuluna gitmek durumunda kalır. Her zaman hayalini kurduğu şekilde insanların "Charlie Bartlett" ismini bilmesi ve sevgi duyması için, ve elbette yeni okuluna adapte olabilmek, orada barınabilmek için bir şeyler yapması gerektiğine karar verir. Kendi psikiyatristinden aldığı ilhamla, okuldaki erkekler tuvaletini ofise çevirir ve deli doktoru olarak okuldaki diğer öğrencilerle ilgilenmeye başlar...

Daha önce birçok kalburüstü komedi filminde (Meet the Parents serisi, Campaign, Dinner for Schmucks, Austin Powers serisi) editörlük yapmış olan John Poll'un ilk yönetmenlik deneyimi olan film oldukça zengin, çekici, esprili, zeki, enteresan bir genç olmasına karşın bir takım problemleri olan Charlie'nin hayatına odaklanıyor. 



Charlie Bartlett'in ilk bakışta sıradan bir "eğlencelik gençlik filmi" gibi görünmesine karşın bundan daha fazlasını sunabilmeyi başarması ise türdeş filmlerin aslen basit ve üzücü bir satış taktiği ile çıplaklık, alkol-uyuşturucu, şiddet ve benzeri temalar üzerinden mesaj vermeye çalışır gibi görünen imajlarıyla herhangi bir benzerlik taşımıyor oluşuna dayanıyor. Tam olarak bu noktada "gençlik filmi" titrinden çıkıp "kendini iyi hisset" kategorisine dahil oluyor nezdimde.

Okulun sert çocuklarından asosyal öğrencilere, hoppa maskot kızlardan ailevi sorunlara sahip tiplere kadar herkesin hikayesine ortak olan Charlie(Anton Yelchin)'e eşlik eden isimler de gayet ilgi çekici: Robert Downey Jr. ve Kat Dennings.



Kat Dennings'in bir ilgi aracı olarak kullanmaktan hiç çekinmediği göğüslerinden bile olabilecek minimum seviyede faydalanan Charlie Bartlett, Robert Downey'in kendi standardına yakın seviyedeki oyunculuğuyla hayat verdiği okul müdürü karakteriyle iyice dallanıp budaklanıyor, daha da renkli bir hale geliyor. 

Birçok yan hikayeye ve mesaja sahip olması ise Charlie'nin hayatında odaklanmakta başlarda seyirciyi zorlasa da bana kalırsa kısa sürede film ritmini buluyor ve seyirciyi kendi planına adapte edebiliyor.

Hem insanı yormayan, eğlenceli bir seyirlik; hem de kıyısından köşesinden ele aldığı konularda dişe dokunur bir-iki cümle sarf edebilen, yarı-ciddi mesaj kaygıları taşıyan bir yapım. Olmazsa olmaz değil, fakat olmasının kimseye bir zararı yok, faydası olması da muhtemel.

Yeni film, yeni şarkı:





John Paul Cusack'ı çok severim. Mütevazı bulduğum kişiliği bir yana, hemen hemen tüm türlerde bir filmde rol almış olması, kimi başarısız proje seçimlerini beraberinde getirse de takdir edilesi bir davranış. Bu cesur tavrına karşın elbette daha çok tercih ettiği, oynamaktan memnun olduğu roller, yer almak istediği belirli tür projeler vardır. Öyle görünüyor ki aile dramedileri de bu anlamda en üst sıralarda yer alıyor. Martian Child ise John Cusack'ın azımsanmayacak sayıdaki aile filmleri arasında en "olmuş" film olarak karşımıza çıkıyor.

Eşini yeni kaybetmiş, bocalamakta olan bir bilim-kurgu yazarı, David, biraz ailesinin ittirmesiyle, yaşama sevincini ve isteğini tekrar bulabilmek için kendisinin gerçekten de Mars'dan geldiğine inanan ve bunu sıklıkla belirten, içine kapanık ve "garip" bir ufaklığı evlat edinme planları yapmaktadır. Dennis ile anlaşıp anlaşamayacakları ise tabii ki muammadır, filan.



Televizyonun hala izlenebildiği dönemlerde, Pazar öğleden sonraları yayınlanan aile filmlerini hatırlatan, alabildiğine sevecen ve naif bir film olan Martian Child'ın derinliklerinde karakterlerin karikatürize edilerek yumuşatılmış hallerinin altında yatan çok ciddi ve katı gerçekler rahatlıkla görülebilir. Terk edilmenin yarattığı yıkım, sevilen birinin ölümünün ardından hissedilen eksiklik ve anlamsızlık, David ile Dennis'in davranışlarını şekillendiren olgular...



İyi bir noktadan neredeyse dibe çakılmış, tekrar eski kimliğiyle birlikte doğrulmaya çalışan bir adamın ayağa kalkmak için aslında yeni bir kimliğe sahip olması gerektiğinin farkına varışı ile hayata çok kötü bir noktadan başlayan küçücük bir çocuğun ise hayatın sadece yaşadığı bu kötü tecrübeden ibaret olmadığını anlamaya başlaması, kulağa geldiği kadar karamsar bir şekilde verilmiyor aslında. Arka planındaki tüm bu dramatik yapıya rağmen Martian Child, ustaca yazılmış diyalogları ve renkli sahneleriyle her an tebessüm ettirebiliyor. David'in bir babaya, Dennis'in ise bir oğula dönüşme süreci, mümkün olabilecek en sevecen halleriyle yansıtılıyor seyirciye.



Renklerin tadı konusu ("Mavi" rengin tadının alınamayışının Kieslowski ile bir alakası var mı bilmiyorum ama varsa helal), Dennis'in muhteşem dans sahnesi, John ve Joan Cusack'ın(kardeşi, karısı değil) bahsetmeye değer performansları ile Martian Child kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Şimdiye kadar tanıttığım "Kendini iyi hisset"lerin belki de en iyisi. Kaçırmayın.


Bu seferlik de böyle. Kendinize dikkat edin, fırsat buldukça lego oynayın. Mutlu günler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder