27 Ağustos 2014 Çarşamba

Locke

Selam.
Hayatta sürekli olarak hepimizin başına bir şeyler geliyor. Genellikle hatalar silsilesi ile geçen ömürlerimizi, başka insanlara yediğimiz bokları çaktırmamaya çalışarak yaşıyoruz falan, değişik gibi epey. Bu yazın en şaşırtıcı filmlerinden biri olan Locke da enteresan duygulara hitap eden, biçim olarak da enteresan bir film.


Müzik:




 
Filmekimi kapsamında da ülkemizde gösterilen Locke, Tom Hardy'nin canlandırdığı Ivan Locke adlı bir şantiye şefinin yaklaşık 90 dakika sürmesi beklenen bir araba yolculuğuna odaklanıyor. Tek mekan, tek oyuncu temelli filmin senaryosu Locke'un telefon konuşmaları üzerinden ilerliyor. Sadece bu özellikleri ile yeterince ilgi çekici olmayı başaran film, Hardy'nin sürekli gelişen oyunculuğunun üzerinde daha da yükseliyor. 

Bronson'da tek başına bir filmi belirli bir seviyeye getirebileceğini gösteren Tom Hardy, Steven Knight'ın yazıp yönettiği filmin en önemli unsuru elbette. Hardy'nin Welsh'e yakın aksanı, karakterinin yaşadığı sürece ait duygusal hezeyanları dışa vuruşundaki kusursuzluğu ile Knight'ın izleyiciyi hiç bunaltmayan sinematografisi, aslında bu temelde var olan filmlerin olmazsa olmazı "bilinmezliğin yarattığı gerilim" den yoksun olmasına rağmen Locke'u türdeşleriyle eşit, hatta kimilerinden daha yukarıda bir seviyeye taşıyor. 


Locke'un ailesini, işini, evini kaybetmeyi göze alarak çıktığı bu yolculuğun tetikleyicisi aslında çok sıradan ve basit. Bu nedenle senaryoda herhangi bir şaşırtmacaya yer verilmemiş. "I've made my decision," sözüyle Ivan Locke da filmde neler yaşanacağını izleyiciye net bir şekilde söylüyor zaten. İşin güzel tarafı ise film başladıktan kısa bir süre sonra Locke'un ailesi, işi ve uğruna yolları düştüğü kişi ile yaptığı telefon görüşmeleri sayesinde finalde ne olacağını zerre umursamayan, sadece Locke'un kararının mümkün olabilecek en iyi sonuçlar ile en az zarara yol açarak hayatına etki etmesini umma üzerine kurulu bir beklenti ile filmi izler hale gelmek.

Karakterin geçmişindeki baba krizi, Locke'un kararının da en büyük tetikleyicisi olarak karşımıza çıkıyor. Babasızlığın acısını çok iyi yaşamış olan biri olarak aynı şeyi tek suçu bu dünyaya gelmek olan bir başkasına yaşatmaya, yıllarca bu yüzden kendi babasına duyduğu nefret nedeniyle, sırf ona benzemediğini kendine kanıtlayabilmek için bile olsa, vicdanı el vermiyor. 


İşin bir başka güzel tarafı da finaldeki "sinema" oyunu. 85 dakika araba gibi dar bir alanın içine tıkılan izleyici, yalnızca finalde, belli bir sesin duyumu sayesinde ilk ve son kez arabanın dışına çıkıyor. Bu kısmı da zaten Locke'un yolculuğuna eşlik ederken ister istemez yaşadığımız birbirinden farklı duygunun üstüne bal kaymak eklemiş gibi oluyor.

Sinemaya birkaç hafta önce gelmiş ve gitmiş bir film Ivan Locke. Şu an internette veya belki Cinemaximum'un eski filmleri 3 TL'ye gösterme muhabbetinde bulabilirsiniz. Nereden bulursanız bulun, bir şekilde izleyin ama, derim. Yaşamın zorluğunu, hayatın en çetrefilli zamanlarında bile bazı sorumluluklardan nasıl kaçılamadığını (telefon numarası muhabbeti filmdeki en acayip andı), düşüncesiz tek bir hareketle yıllar süren bir inşanın nasıl yok olabileceğini (burada da Locke'un iş hayatı diyalogları ile yediği bok sonrası hayatında yaşananlara bakarak ufak bir analiz yapın ve "VAYS BEEE!" deyin istiyorum) tek oyuncu, tek mekan üzerinden daha iyi anlatabilen bir film hatırlamıyorum herhalde. Kesinlikle harika.

Bir şeye karar vermek bir insanın hayatta yapması gereken en zor şey herhalde.

Mutlu günler.