2 Mart 2015 Pazartesi

Málmhaus

Selam. Aslında bu yazıyı PasifAgresif'e yazdığım için tam anlamıyla bir film incelemesi olmadı. Fakat Málmhaus'u çok beğendiğim için yazıyı olduğu gibi burada da paylaşmak istedim, buyursunlar:



"Her insanın kendisine iyi geleceği düşüncesiyle yaptığı bazı davranışlar, bu bağlamda yarattığı alışkanlıklar vardır. Ya da çoğu insan, beklemediği bir anda ortaya çıkması ve ortaya çıkışındaki bu enerji oluşumunun kendisini daha iyi hissettirmesi için çok derinlerinde bir yerlere bir şeyler gömer, diyeyim. Yarı bilinçli bir halde oluşturulan bu garip savunma mekanizmaları farklı farklı şekillerde açığa çıkar ve çıktıklarında genellikle etraftaki insanları şaşırtır. Durduk yere ağlamaya başlayan birini gördüklerinde, masasında oturduğu kişinin hiç gereği yokken içkisini bir anda kafasına dikip ortamı kaçarcasına terk etmesine tanık olduklarında, yağmur yağmaya başladığını gördüğünde olabilecek en 'anlamsız' tepkileri veren insanlarla karşılaştıklarında veya o yağmurda yalnız başına, saatlerce bilmediği bir ormanda yürüdüğünü anlatan bir insanı dinlemeyi sevdiğinden bahsettiğinde, arkadaşlarının 65 dakika boyunca nadiren değişen, üstelik çoğu söz ve melodilerin durmadan tekrarlandığı bir müziği dinlediğini gördüklerinde, en sade haliyle, diğer insanlar şaşırırlar...Ve insanlar şaşırdıklarında, keskin tepkiler verebilirler."

NARGAROTH - Geliebte Des Regens kritiği için yazdığım bu paragraf, İzlanda'lı yönetmen Ragnar Bragason'ın Toronto Uluslararası Film Festivali'nin "Çağdaş Dünya Sineması" bölümünde gösterilen, biz metal sevdalısı insanların da bir hayli heyecanlanmasına sebep "Málmhaus" filmi için zihnimde dönen şeyleri bir parça özetliyor.

Filme dair ilk haberler yayılmaya başladığında, ilk görsellerde yüzü "corpse-paint" ile kaplı bir kızı ailesi ile birlikte sofrada gördüğümde ilk düşüncem bunun karikatürize edilmiş bir metal komedisi, bir parodi olacağı yönündeydi ve doğrusu beklentim oldukça düşüktü. Fakat Bragason'un senaryosu öylesine gerçek, öylesine "bizleri" anlatıyormuş ki, Málmhaus son dönemlerde izlediğim en iyi dram filmlerinden birisi olup çıkıverdi. Evet, Málmhaus epey dramatik bir hikayeyi anlatıyor.

Şimdiden belirtmekte yarar var; bu filmin "tr00" veya kvlt hiçbir yanı yok. Metal müziğe yapılmış bir güzelleme de değil. Hatta metal müzik ile ilgili, tıpkı fantezi edebiyatına sıklıkla yapılan "kaçış edebiyatı" olması yönündeki eleştirilere benzeyen bir çıkarıma, alt-metne ulaşmak bile mümkün. Fakat dediğim gibi, Málmhaus'un temeli metal müzik değil, çocukluk travmaları.


Hepimizin hayatında, başa çıkmakta çok zorlandığımız, çok derinlere gömüp yok saymaya çalıştığımız şeyler olabilir. Hera da henüz çocuk yaştayken, ağabeyi Baldur'un saçma sapan bir kaza neticesinde hayatını kaybetmesi ile derin bir travma geçiriyor. Ebeveynleri de kendi üzüntülerinden kızlarının yaşadıklarını göremeyecek halde olunca, geriye yapayalnız ve ne yapacağı hakkında bir fikri olmayan bir çocuk kalıyor. Hera da ağabeyinin hayatına mal olan, içinde bulunduğu yaşamın depresyonu (çiftlik hayatı diyebiliriz buna) ve ağabeyi ile arasında kalan tek bağın (evi, ağabeyinin odası) kopmasından korktuğu için yaşadığı yeri terk etmesine ya da kendi canına kıymasına engel olan güçsüzlüğünün ortasında, sıkışıp kalıyor. İşte bu noktada devreye ağabeyinin heavy-metal sevgisi giriyor ve Hera ağabeyinin tişörtlerini giymeye, kasetlerini dinlemeye, gitarını çalmaya başlayarak, bir rock-star olma hayali ile bir türlü içerisinden sıyrılamadığı gerçekliği arasında bir yaşam sürmeye başlıyor.

Daha önce yalnızca bir uzun metraj tecrübesi bulunan Thorbjorg Helga Thorgilsdottir'in efsane bir şekilde canlandırdığı Hera, son yıllarda gördüğüm en iyi işlenmiş karakterlerden birisi. Yaptığı her hareketin altında yatan motivasyonu o kadar net bir şekilde görebiliyorsunuz ki, empati kurma olayı resmen boyut atlıyor. Ağabeyinin canını aldığı için kendisine karşı borçlu olduğunu düşündüğü Tanrı ile ilişkisinden tutun da, yerel papazın da bir metal kafa olduğu anladığı anda verdiği tepkiye kadar her hareketi çok anlaşılabilir, çok içten ve çok samimi. Aynı şekilde çevresindeki insanların Hera'ya karşı tutumları da belki birçoğumuzun birebir yaşadığı türden, çok gerçek tepkilerden oluşuyor.

Değerli site sakinlerimizi daha çok ilgilendiren müzikal taraflara bakınca ise dönemin büyük heavy metal gruplarının yükselişine denk gelmesi sayesinde film boyunca birbirinden nefis şarkılarla karşılaşmak da kaçınılmaz olmuş. Hera'nın müzikal yolculuğu RIOT'dan SAVATAGE'a, JUDAS PRIEST'den IRON MAIDEN'a, BLACK-SABBATH'dan METALLICA'ya birçok öncü grubun peşinden MAYHEM gibi ekstrem gruplara geçtiğinde ise film tepe noktasına ulaşıyor.


Black metalin yayılmaya başladığı, kiliselerin alevler tarafından yutulmaya başlandığı dönemde kendi iç dünyasını en iyi bu şekilde yansıtacağına inanan Hera, kendi başına bir demo bile kaydediyor(ki bu sayede film mükemmel bir finale de kavuşuyor).  Metal hakkında kurduğu "Onlar savaşı ve ölümü anlatıyorlar. Bunun bir parçası olmak istedikleri için değil, gerçek bu olduğu için." cümlesi ise Hera'nın neden metal müziğe tutunduğunu çok, çok iyi özetliyor.  

Karışık kasetler, çift kasetçalar eşliğinde kaset kopyalamak, demo postalamak gibi harika nostaljileri anımsatması, basit bir sembolizm diliyle Hera'nın yaşadığı buhranı enfes anlatışı ve özellikle finalindeki Hera'nın performansı (brutal vokal ile başlayıp normale geçişindeki sembolizm falan...Yahu çok iyi be!) ile çok uzun süre aklımda kalacak bir film oldu Málmhaus. İşi film incelemesine dökmemek veya spoiler vermemek için bazı şeyleri üstünkörü geçmiş olsam da umarım birilerinin daha bu filmi izlemesini sağlayacak bir yazı olmuştur. Belki kendini çok tr00 belleyen "metalhead"ler için eleştirecek çok fazla şey olabilir ama başta belirttiğim gibi çok net bir karakter draması ve eğer bu dünyada daha fazla insan, ortaklaşa bir acı yaşadığı insanlarla birlikte son ses MEGADETH - Symphony of Destruction açıp, içinden geldiği gibi, "deli" gibi tepinseydi, eminim çok daha sağlıklı bir toplum olurduk.