25 Mayıs 2015 Pazartesi

What We Do in the Shadows

Selam. Bugün farklı mecralarda övmekten geri duramadığım "What We Do in the Shadows" filminden bahsedeceğim. Eğer vampir mizahı diye bir şey varsa, bu filmde tam olarak bu var. Eğer yoksa da artık var!

Müzik: 



What We Do in the Shadows, Yeni Zelanda'da oldukça ünlü olan yönetmen-oyuncu Jemaine Clement ve Taika Waititi'nin birlikte yazıp yönettiği, hatta başrollerini paylaştığı bir korku-komedi filmi. Korku unsurunun kandan, vahşetten veya "jump scare" adı verilen sahnelerden değil, tamamen vampir olgusunun ürkütücülüğünden ileri geldiğini baştan belirtmek gerek. Zira aslında bu film oldukça komik!


İngiltere-Wellington'da yaşayan Vladislav, Viago, Deacon ve Peter isimli dört ev arkadaşı vampirin hayatlarına, belgesel/röportaj tekniğiyle göz attığımız, vampirlerin modern dünyaya adaptasyonu, alışkanlıkları ve dış dünyayla etkileşimlerini irdeleyen filmin hali hazırda bu dev abuk fikri, çekim tekniğinin izleyiciyle sürekli etkileşimde olmaya olanak sağlaması ile daha da absurd bir hale geliyor. 

"Kendilerine zarar verilmeyeceğinin garantisiyle, bir belgesel ekibi, zaman zaman Wellington'daki yaşayan ölü halkının toplandığı "Unholy Masquerade" öncesi Vladislav, Viago ve Deacon adlı üç vampirin yaşamını filme alırlar." şeklinde özetlenebilecek filmin naifliği, henüz bu özetteki "kendilerine zarar verilmeyeceği  garantisi" noktasında bile kendini gösteriyor. Filmin 120 dakikalık süresi içerisinde de bu naifliği bozacak hiçbir sahneye, karakterlerin çeliştiği hiçbir ana denk gelmem mümkün değil. Hele ki kurtadam-vampir ilişkisinin işlenişinde artık "YHAA YERİM SİZİ" dediğimi belirtmeliyim. Hoş, epey imkansız bir şey bu tabii.


Shaun of the Dead ile zombi filmleri nasıl bir anda komedinin de radarına girmeye başladıysa, What We Do in the Shadows'un da bu tip bir etkiyle vampir filmlerini değiştirebilecek güçte. Esprilerin kalitesi, karakterlerin inandırıcılığı falan gerçekten müthiş. Komedi filmleri kategorisinde değerlendirince bile ilk 10 listeme falan rahatlıkla alabileceğim bir film bu. Spoiler olmasın diye çok çabalıyorum ama özellikle "Unholy Masquerade" balosuna gitmeden önce bir muhabbet var ki, kanepeden yuvarlandığımı hatırlıyorum.

Kısacası yemek yerken izlemelik bir şey olsun diye açtığım, yarısına gelmeden "Sanırım ben yıllarca bu filmi öveceğim," dediğim ve finalinde de bu düşünceyi gerçekleştirmek üzere derhal harekete geçip sürekli kendisinden bahsetmeye başladığım bir film oldu What We Do in the Shadows. Umarım hak ettiği değeri bulur (hoş, bu tür için IMDB puanı gerçekten de bir şeyleri kanıtlıyor zaten) ve yeni bir soluk getirerek bu türde öncül bir hale gelir. Bana göre şimdiden kült zaten. Kaçırmayınız.

Mutlu günler. 


17 Mayıs 2015 Pazar

Mad Max: Fury Road

Uzunca bir aradan sonra selam. Efsanelerden efsane seri Mad Max'in 30 yıl sonra çekilen yeni filmi için bir şeyler karalamasaydım çok içimde kalacaktı. Zira film MÜ-KEM-MEL arkadaşlar.

Aslında filmin müzikleri başlı başına ayrı bir olay ama filmi izlemeyenler için "Brothers In Arms" gibi daha ilk dinlemede kült hale gelen bir soundtracki bu yazıya koyarak "spoiler" vermiş gibi olmak istemiyorum. Onun yerine böyle "roket" bir filme yaraşacağını düşündüğüm bir başka şarkıyla yazıya devam edelim: 


Bilmeyenler için; Mad Max, Avustralya'lı yönetmen George Miller'ın, yapımcı Byron Kennedy ile birlikte kaleme aldıkları bir öyküden doğan, Mel Gibson'ın efsane performanslarıyla daha da yükselen harika bir distopya serisi. Son filmi 1985'de çekilen serinin son halkası Mad Max: Fury Road ise...Yani nasıl desem...İ-NA-NIL-MAZ!


Her şeyden evvel bir film tecrübesi bağlamında çok uzun süredir izleyicisini bu kadar kendine bağlayan, hapseden başka bir yapım görmediğimi belirtmem gerek. Tempo falan diyeceğim ama Mad Max:Fury Road'daki tempo değil, başka bir şey. İlginç bir detay vereyim: Filmin ortalarına doğru, belki de izleyiciye ilk kez nefes alma imkanı tanıyan bir sahneye geçilirken yanımdakilere "Yahu bir soluklansaydık artık keşke," dedim ve şanslı bir an olarak tam o esnada filme 10 dakika ara verildi. Filmin ilk yarısının özeti bu cümle olabilir, zira Çılgın Max, Furiosa ve Ölümsüz Joe'nun akıl azaltan kapışmasında ne göz kırpmaya müsaade edecek bir an, ne de nefes almaya imkan sağlayacak bir boşluk var. 

Filmdeki araçların birçoğu "Besiege" adlı efsane oyundan fırlamış gibi.

Distopik bir Avustralya coğrafyasında, kaynakların tükenişiyle başlayan dev kapışmalar, insanoğlunu en temel ve gerçek içgüdüsüne sıkı sıkıya bağlanmaya zorluyor; hayatta kalmak için gerekli her şeyi yapmak gerektiğini kabullenmiş insanların mücadelesi başlıyor. Kan ve ateşle sulanan topraklardaki bu hayatta kalma mücadelesi ise gişede çılgın atan, aklınıza gelebilecek herhangi bir aksiyon filminden kat be kat daha yoğun, daha delice işleniyor.

Elde kalan her malzemenin olabilecek en efektif şekilde kullanılmaya çalışılması ve yokluktan doğan ihtiyaçların karşılanmaya çalışılmasındaki farklı metotların hiçbirinin zerre yadırganmadan, oldukça doğal bir şeymiş gibi izleyiciye aksettirilişi Mad Max serisinin belki de en büyük gücü. Fury Road'da da bu güce tüm ihtişamıyla tanık olmak mümkün. Bu dev çılgınlığın içerisinde yaşanan hiçbir olay, vahşetin hiçbir boyutu izleyiciye "yok artık," dedirtmiyor; bu müthiş keşmekeşliğin bu kadar makul bir şekilde yansıtılmış olması bile başlı başına çok büyük bir hadide.

Sanıyorum bu görsel birçok şeyi açıklıyor...

Tom Hardy'nin Max performansı da kati surette Mel Gibson'ı aratmıyor. Özellikle Gibson'ın o tutarsız, acıdan bir parça dengesini kaybetmiş halleri, içinde kötülük olmamasına rağmen gerektiğinde vahşileşmekten gocunmayan tavrını harika bir şekilde işliyor Hardy. Kendisine Furiosa rolünde eşlik eden Charlize Theron ve mizahi unsurlarıyla kalbimizi çalan Nux karakteriyle Nicholas Hoult da performanslarıyla filmin daha da yücelmesini sağlıyorlar.

Detaylarında barındırdığı farklı çıkarımlara imkan sağlayan yönleriyle de basit bir aksiyon filmi olmanın çok ötesine geçilmiş. Bu cehennemin ortasında ön plana çıkan kadın, Ölümsüz Joe'nun kendisine kurduğu düzen ve türlü patlamalar, çatışmalar ve kapışmaların arasında kurulan birkaç önemli cümle ile neden Mad Max dünyasının bu kadar ünlü, bu kadar öncü ve bu kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gösteriyor Miller seyircisine.

Immortan Joe'nun eşleri de yani...Şimdi...İnsan tabii kıskanmıyor değil.

Ne yapın edin bu filmi bir şekilde izleyin. Hatta mümkünse direkt sinemada izleyin; ağzınız bir karış açık bir halde MUH-TE-ŞEM müzikleri, HA-Rİ-KA renk paleti, iki devasa aksiyon sahnesiyle 120 dakikalık bir filmin nasıl yapılabileceği konusunda adeta ders veren, şov yapan MU-AZ-ZAM kurgusu ve HA-Rİ-KU-LA-DE alt metinleriyle insanoğlunun en büyük kavgasının son dönemlerde sinemadaki en görkemli işlenişine tanık olun...Of yeter, sıfatlarım bitti, daha fazla övemeyeceğim.

Mutlu günler efendim.