Children of Men filminde kullandığı enfes uzun planlarla yönetmen sineması alanına kendi katkısını yaptıktan sonra bir süre ortalardan çekilen Alfonso Cauron, Gravity projesini uzun bir uğraş ve reklam sürecinden sonra nihayete ulaştırmayı başarmıştı. Birkaç ay önce ülkemizde gösterime gören ve epey ilgi de gören Gravity, geçtiğimiz günlerde açıklanan 2014 BAFTA ödüllerindeki 11 adaylığı sayesinde, senenin belki de en iddialı yapımı olduğunu bir kez daha dosta düşmana göstermiş oldu. Hem ödülleri, hem de listeleri alt üst edeceğine kesin gözüyle bakılan filmi incelemenin zamanı geldi de geçiyor bile. Işınla bizi Scotty.
Amerikan uydularından bir tanesindeki rutin bir kontrol protokolünü gerçekleştiren astronotlar, Rus uydularından birinin parçalanması sonucunda ( bkz: Kessler Syndrome ) kendilerini bir anda ölüm-kalım mücadelesinin içinde bulurlar. Bu felaketin yol açtığı tahribat sonrasında yeryüzüne geri dönebilmek için çok sınırlı sayıda imkanı kalan Ryan Stone (Sandra Bullock) ve Matt Kowalski (George Clooney) 'nin yaşam savaşı olarak başlayan senaryo, kıt ve basit bir izleti sunmaya aday gibi görünse de Alfonso Cauron'un dehasıyla çok daha derinlere hitap etmeyi ve sinemanın görsel ve düşünsel gücünü tam anlamıyla yansıtmayı başarabilen bir şahesere dönüşmüş.
Cauron'un alamet-i farikalarından biri haline geldiğini düşündüğüm uzun planlar, "uzay" gibi bir arka plana sahipseniz kullanabileceğiniz en ideal tekniklerden biri elbette. Bu işin ustası olan Cauron da daha açılıştaki 13-14 dakikalık plan sekansıyla seyirciyi avuçlarına almayı başarıyor. Günümüz teknolojisinin nimetleri bir yana, Cauron'un bu kendine has özelliği bile Gravity'nin görsel anlamda muazzam bir iş haline dönüşmesine yetmiş.
"3D teknolojisini yalnızca insanların suratlarına bir şeyler çarpmak için kullanmamaya çalıştık." Bu sözler Alfonso Cauron'a ait. İyi niyetli bir açıklama olması bir yana, gezegenimizi 3 boyutlu bir şekilde, muazzam bir güzellikte perdeye aktarmaya yardımcı olması açısından bile 3D teknolojisine teşekkür etmek gerek. Yine de kişisel tavsiyem filmi evdeki sisteminiz her neyse orada, 2D izlemeniz. Zira görsel şölen ilizyonuna kapılıp Cauron'un yarattığı şaheseri gözden kaçırmanız büyük bir kayıp olur.
O şahesere yakından bakarken arkada bu çalabilir.
Ryan Stone'a dair tek bildiğimiz şey; Ölüm acısı yaşamış, herhangi bir bağlılığı olmayan, gidebildiği kadar gitmeyi amaçlayan bir karakter olması. Dünyada yaşadığı bu depresyon, yalnızlık, aidiyetsizlik ve kovuşturulmuş olmaya dair hisler, uzay boşluğunda makineleri tamir etmesiyle sonuçlanacak bir süreç yaratmış. Karakterin yaşamı ile içinde bulunduğu fiziksel koşulların yarattığı ironi gözden kaçamayacak kadar büyük.
Karakterin geçmişi ile ilgili öğrendiğimiz bu bilgi kırıntısı ile birlikte Gravity eteğindeki taşları dökmeye başlıyor. Steven Price imzalı, saçmalık derecesindeki mükemmel müzikler eşliğinde (bilerek yazıda paylaşmıyorum, filmle birlikte bambaşka bir etki yaratıyorlar çünkü) Cauron'un kendi "uzay" anlayışını yansıtan sahneler ardı arkası kesilmeden akıyor.
Zira Ryan Stone'un yaşadığı tüm bu süreç, aslında anne rahminde başlayan ve doğumla noktalanan süreç ile özdeş. Cauron'un nefis metaforları ve enfes kurgusuyla pekiştirilen bu durum, Gravity'yi "yüksek prodüksiyonlu, görsel bir eğlencelik" kimliğinden alıp çok daha farklı bir noktaya getiriyor. Her ne kadar Gravity'nin anlatmak istediği şeyleri aktarmada çok daha başarılı olduğunu düşünsem de benzetmek gerekirse Life of Pi'dakine benzer bir şekilde, muhteşem görüntülerin, filmi oluşturan fikirlerin önüne geçmediğini görebiliyoruz.
Ryan'ın bu pozisyondaki duruşu ile başlayan, halüsinasyon öncesi ve sırasında yaşananlar (olabilecek en ilkel şekilde, kendi "hayvan" kimliğini bulması gibi bir durum var ki, aklım çıktı izlerken) ve Çin uzay istasyonuna bir spermin yumurtalıklara ilerleyişini andıran bir yolculuk yapmasıyla devam eden ve nihayete varan yolculuğu, Gravity'yi bambaşka bir noktaya getiriyor. Yaşamın tüm varlığı, Cauron'un basit insana gerçeküstü gelen bir platformda, olabilecek en gerçekçi şekillerde sunuluyor izleyiciye.
Hala izlemeyen varsa daha fazla açık etmek istemiyorum. Yine de bir yol haritası olarak kullanılabileceğini düşünüyorum bu yazının. Elbette birçok farklı detay yakalamak mümkün ve her biri fark edildiği esnada insana başka başka duygular tattırıyor.
Muhteşem yönetmenliği ve harika kurgusundan bir an kafamı çevirip olumsuz şeylere baktığım zaman ise o noktada görebildiğim tek şey George Clooney. Hem hikayenin gidişatına bir parça dinamizm katmak, hem de ana akım seyirciyi sıkmamak için eklenen bir karakter olduğunu düşünüyorum Matt'in. Zira büyük pencereden bakıldığın hiçbir katkısı yok. Bu durumla beraber birkaç eksiklik ve istemeden de olsa kimi anlarda hikayenin düz hayatta kalma mücadelesi aksiyonuna sapması, filmin zayıf karnının senaryo olduğunu ortaya çıkarıyor.
Bakınız Bullock da göremiyor Clooney'in katkısını. |
Tüm bu yazdıklarımı bir kenara bırakıp "İşte uzayda bir kız var, onun ipi kopuyor filan, sonra kurtulmaya çalışıyor bir şekilde," diyerek de izlenebilir mi peki Gravity? Tabii ki izlenebilir. Ancak o zaman Gravity'nin neden bu kadar mükemmel bir film olduğunu anlayabilme ihtimaliniz kalmayacak, alabileceğinizin yalnızca %20'sini almış olacaksınız.
Ryan Stone'un son sahnedeki tökezlemesinin yarattığı tebessüm bile Gravity'yi gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olarak değerlendirmeme yetiyor nitekim. Sinemada izlemediyseniz muhakkak izleyin. Uzun yıllar konuşulacak, Alfonso Cauron'un dehasının ekmeğini yemeğe çalışan benzerlerine sıklıkla rastlayacağımız, klasikler arasında kendine yer bulacağına kuşku olmayan bir film Gravity.
Mutlu günler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder