12 Ocak 2017 Perşembe

Fences

Selam. Yeni bir seneden ziyade bir öncekinin ekranı büyük hali gibi olan 2017 şimdilik kültür-sanat açısından sakin geçse de ödül sezonu iyiden iyiye başladı. Önce La La Land Altın Küre Ödülleri'ne damgasını vurdu ve şimdi de BAFTA'yı süpürecek gibi görünüyor. Oscar'da işler istedikleri gibi gider mi bilemem ama (biri Moonlight mı dedi?) ben bu ödül sezonlarını daha ziyade yıl içinde atladığım filmleri öğrenmek amacıyla takip ediyorum. Nitekim hakkında konuşacağım film de Altın Küre'de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü'nün Viola Davis'e gitmesiyle keşfettiğim bir film.

Ünlü oyun yazarı August Wilson'ın Pulitzer ve Tony ödülleri kazanmış eseri "Fences", 1950'lerde Pittsburgh'da yaşamakta olan aile babası Troy Maxson'ın hayatına ışık tutar. Çöp toplama işiyle ailesini geçindirmeye çalışan Troy her ne kadar belli bir geçmişe sahip olsa da  sorumluluklarının bilincinde ve düzgün bir aile babasıdır. Her ödeme gününde maaşını eşine teslim eder ve on yıllardır tanıdığı iş arkadaşı Bono'ya yine on yıllardır tanıdığı bir şişe cin ile birlikte evinin arka bahçesinde, bazen cinin de etkisiyle kurguya kaçan geçmiş anılarını anlatarak sözde mutlu ve düzenli bir hayat yaşamaktadır.


Bir zamanlar büyük bir beysbolcu olma hayali kuran Troy, hem yaşı hem de ten rengi nedeniyle bu hayalini gerçekleştirememiştir. Bu nedenle geçmişte başaramadığı ve sınıf ayrımı nedeniyle başarmasına müsaade edilmeyen şeyler için kendi şeytanlarıyla sürekli bir mücadele veren Troy, oğlu Cory'nin de benzer bir hayale sahip olduğunu öğrendiğinde aynı hayal kırıklıklarını oğlunun da yaşamaması için elinden geleni yapmaya kararlıdır. Ne yazık ki bu sırada dünyanın değişmekte olduğunu göremeyecek kadar mutsuz ve geçmişin hayaletiyle savaş halindedir.


Dönemin ırksal ayrımcılık ve toplum düzenini işaret ettiği ve eleştirdiği anlar kadar hikayesinin sadeliği ve gerçekliğiyle de öne çıkan Fences, usta oyuncu Denzel Washington ve Viola Davis'in 2010 yılındaki Broadway performanslarından sonra Denzel Washington'ın çabası doğrultusunda 2016'da yine Viola Davis eşliğinde sinemaya aktarılmış.

Denzel Washington'ın kusursuz oyunculuğu ve hiç sırıtmayan yönetmenliği üzerinde yükselen Fences her ne kadar durağan veya üzgün bir hikayeye sahip gibi görünse de özellikle müthiş yazılmış (ve canlandırılmış) Troy Maxson karakteri sayesinden sıkıcılıktan uzaklaşıyor. Aynı şekilde anlatımdaki sembolizm, doğal mistisizm ve tiyatro oyunu tabiatından aldığı şairane dil ile daha da zenginleşiyor.


Denzel Washington'ın yanı sıra özellikle tamamen sembolizmle yoğrulmuş, Troy Maxson'ın 2. Dünya Savaşı'nda Pasifik Cephe'de çatışırken gazi olarak kafasına metal bir plaka yerleştirilen, akli dengesi pek yerinde olmayan kardeşi Gabriel'i canlandıran Mykelti Williamson'ın ve Viola Davis'in kendisine Altın Küre kazandıran sadık eş Rose performansları gerçekten çok üst düzeyde.

Film ile ilgili çok bir şey anlatmamak için lafı çevirip duruyorum ancak şunu söylemeden bitirirsem içimde kalacak: Olur da filmi izlerseniz alacağınız ilk mesaj her anne-babanın kendi çocuğuna niyeti ne kadar iyi olursa olsun bir noktada zarar verdiği ve her evladın öyle veya böyle bir gün kendi anne-babasının kopyasına dönüşeceği yönünde olacak, burası kesin. Benim dikkat çekmek istediğim şey ise film boyunca sürekli olarak göreceğiniz haç sembolü. Bu mesaj ve bu sembol arasındaki bağlantı ile bile tüm övgüleri ve daha fazlasını hak ediyor Fences. Çok, çok iyi bir hikaye ve Denzel Washington bu hikayeyi çok iyi bir film haline getirmeyi başarmış. Ne yapın edin, izleyin.

İyi veya kötü, birer kopyadan fazlası değiliz belki de.

Mutlu günler!