20 Şubat 2015 Cuma

Birdman & Whiplash

Selam. Akademi Ödülleri iyice yaklaşırken, aday filmler hakkında bir şeyler söylemeyeni dövüyorlarmış, diye duyduğum için derhal bu konuya el atmaya kadar verdim. O nedenle bu yazıda sizlere ödüllerin iki büyük adayı olan Birdman ve Whiplash filmlerinden bahsedeceğim. Adaylıkları bulunan diğer filmlerden bazıları hakkındaki görüşlerimi önceki yazılarda bulabilirsiniz.

Whiplash'de şöyle müthiş bir şarkı varken insanın eli başka şarkı önermeye gitmiyor doğrusu bu yazı için. Üstelik Birdman'in müzikleri ile de büyük oranda uyumlu. O halde buyursunlar: 




Huzurlarınızda Birdman:



İlk başta kadrosu ile kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı Birdman. Zira uzun süredir herhangi büyük bir yapımın göbeğinde yer almamış olan Micheal Keaton adı açıklanmıştı baş kahraman için. Edward Norton, Naomi Watts, Emma Stone ve Zach Galifianakis gibi yardımcı oyuncularla iyice devleşen kadroyu yönetecek ismin Alejandro González Iñárritu olması beklentileri iyice büyütmüştü. Doğrusu beklentilerimin büyük oranda karşılanmış olmasından oldukça memnunum.

Kara mizah/drama arasında seyreden hikayenin öyle insanın aklını alan bir özgünlüğü ya da yaratıcılığı bulunmuyor aslında. Kariyerinde bir defa büyük bir başarı yakalayıp ilerleyen yıllarda aynı başarıyı tekrar edemeyen her insanın içine düştüğü buhranı yaşayan kahramanımızın tekrar spot ışıkları altına girme çabasını kahramanın içsel çalkantılarıyla birlikte işleyen bir hikaye söz konusu. Buna karşın filmin sinema dili o kadar mükemmel ki, hikaye de film ilerledikçe büyüyüp daha göz alıcı bir hale geliyor.



Oyuncuların kariyerleri ile canlandırdıkları karakterlerin kariyerleri arasında bağlar kurmak mümkün ve bu bağı ne kadar güçlü bir şekilde kurarsanız Birdman'in değeri de o kadar artıyor. Zira Riggan (Micheal Keaton) ve Mike (Edward Norton) arasındaki ilişkiyi bu bağlamda ele aldığınızda ortaya harika bir hikaye daha çıkıyor.

Sinema dilinin gücünü biraz daha açmak gerekirse; Iñárritu'nun kamerası inanılmaz hareketli ve sürekli oyuncusunu takip ediyor. Bu da izleyicinin filmi bir tiyatro temsili gibi izlemesini sağlıyor. Birbirinden uzun planlar ve planlar arasındaki geçişlerin inanılmaz yumuşak olması sayesinde tüm filmi tek bir kare gibi algılıyoruz ve haliyle içine girmesi inanılmaz kolaylaşıyor. Eh, elinizin altında Emmanuel Lubezki gibi uzun planı kendi alamet-i farikası haline getirmiş mükemmel bir görüntü yönetmeni varsa (Gravity diyeyim, Children of Men diyeyim, The Tree of Life diyeyim) filminizin en azından görsel anlamda mükemmel olacağını garanti altına almış oluyorsunuz zaten.

Özellikle Keaton ve Norton'ın kusursuz oyunculuklarının yanı sıra, Emma Stone (bu kız fazla güzel değil mi sizce de? Allah hep ona vermiş gibi.) ve Zach Galifianakis de alışılmışın dışındaki rollerinin altından fazlasıyla kalkmayı başarmışlar ve oyunculukları ile filmin parlamasına büyük katkıda bulunmuşlar. Özellikle Emma Stone'un monoloğu harikulade. (her şeyi harikulade zaten bunun)



Terbiyesize bakar mısınız ya.
Doğrusu hikayesini hiç araştırmadan, yalnızca aylar önceden izlediğim fragmandan hatırımda kalan bilgilerle izlediğim Birdman'den aldığım keyfi tarif edecek bir şey bulamıyorum. Belki büyük pencereden bakınca izleyicinin genel kültürüne ve donanımına olması gerektiğinden bir tık daha fazla yaslanıyor oluşunu eleştirebiliriz ama filmin psikolojisini belirleyen müzikler, enfes oyunculuklar, daha da enfes bir yönetmenlik için Birdman bu yılın en iyi 1-2 filminden bir tanesi.

J.K Simmons olmasaydı bu yıl Norton'ı ödül konuşması yaparken izleyebilirdik ama yine de Birdman'in aday olduğu 9 ödülden 4 tanesini almasına kesin gözüyle bakıyorum. Plasede 2 dalda daha favorim Birdman ama, hayırlısı diyelim.

Simmons adı geçtiğine göre sıra Whiplash'e gelmiş bile. Haydi şirinleyelim.




"Allahım ne olur beni kaldırmasın, ne olur ya."
Hepimiz öğrencilik hayatımızda bu cümleyi kurmuşuzdur. Toplum içerisinde aşağılanmanın ne olduğunu en kötü ihtimalle (aslında olabilecek en makul şekilde aynı zamanda) okul sıralarında yaşamışızdır. Whiplash de bu his üzerine inşa ediyor kendini. Bu nedenle de herkesin empati kurabileceği, izlerken hemen hemen aynı duygular içine girdiği bir film.


"Full Metal Jacket"'ın müzik okulunda geçen versiyonu olarak da görebileceğimiz Whiplash'de otorite sahibi gücün psikolojik ve fiziksel şiddeti, genç kahramanımızın anasını ağlatıyor. Fakat Whiplash'in benzer temalara sahip diğer filmlerden en önemli farkı, baskın gücü biraz fazla savunuyor olması.


Fletcher "Not quite my tempo" dedikçe gerileceksiniz.

Harika caz partisyonlarının eşlik ettiği sahnelerde J.K. Simmons (Oz dizisini bilenler için pek sürpriz olmasa da) canlandırdığı Terence Fletcher karakterinden gerçekten de köşe bucak kaçma isteği yaratacak kadar müthiş bir güçle, prova odasındaki öğrencilerinin canına okuyor. Mükemmele ulaşmaya çalıştığı yolda kendi tekniğinden asla ödün vermeyen ve kariyerini uğruna dahi inandığı şeyden vazgeçmeyecek, saplantılı bir öğretmen figürü ile müzik konusunda belirli bir potansiyele sahip ama henüz ne istediğinden tam emin olmayan bir ergenin ilişkisine odaklanıyoruz. 

Açıkçası görünürde bir problemi olmayan, iki enfes oyunculuğun omuzlarında yükselen bir film Whiplash. Buna karşın biraz kurcalamaya başlayınca bazı çatlaklar da hemen göze çarpabiliyor. Örneğin Andrew'un (Miles Teller) kademe kademe yükselen motivasyonu finaldeki talihsiz hadisede verdiği tepkinin gerçekçiliğini izleyiciye kabul ettirecek kadar yükselemiyor oluşu, Fletcher (J.K. Simmons)'ın Andrew ile olan ilişkisindeki kimi tutarsız davranışları (özellikle karakterin arkaplan hikayesinin bir anda yüzümüze vurulduğu sahne) ve bu nedenle bu karakterin kaçınılmaz gözden düşüşü, filmin de değerini biraz düşürüyor. Aynı şekilde öğretmen-öğrenci ilişkisine bakış açısı ve bu bakış açısını haklı çıkarmaya çalışmak için gösterdiği çaba hiç de tatmin edici değil.


Filmin özeti.

Buna karşın özellikle Simmons'ın oyunculuğu ve karikatürize olmamayı başararak yarattığı figür sayesinde Whiplash'in bu denli konuşulan bir yapım olması çok normal. Zira gerçekten Teller da, Simmons da kariyerlerinin en başarılı oyunculuklarını sergilemişler. 

Bu iki oyuncuya odaklanarak izlendiği takdirde Whiplash'i beğenmemek imkansız gibi. Bunun dışında ise harika müzikleri ve dengeli tansiyonu haricinde benim için bir parça hayal kırıklığı oldu, desem yeridir. Ortaya koyduğu durumun empati kurmaya çok müsait olmasının ekmeğini iyi yemiş, iyi bir film Whiplash. Daha fazlası değil.

Filmin bahsettiğim otorite öven yapısı nedeniyle akademiden eli boş döneceğine adım gibi eminim. 5 adaylığın içerisinden J.K. Simmons ödülünü alır, olursa bir de "sound mixing" olur, gerisi yalan olur diyorum efendim.



Bu yazının da sonuna geldik. Olursa yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Mutlu günler.