13 Mayıs 2014 Salı

The Spirit of the Beehive

Selam. Yine uzun bir ara vermek durumunda kaldım. Yavaş yavaş belirli bir düzene oturacak diye umuyorum. Nasipten ötesi zaten olmazmış bir de. Haydi bakalım.

Biraz geçmişe gidelim ve Franco İspanya'sına bir göz atalım. İç savaşın ortasında bir ülke, faşist bir diktatörün elinde oradan oraya savrulan bir halk. Elbette pek iç açıcı bir dönem değil. Buna karşın "Pan'ın Labirenti" filmini izlemiş olanlar bu iç karartıcı ortamın dahi çok daha farklı bir amaca hizmet etmesi için kullanabileceğini net bir şekilde gördüler. Ne var ki Pan'ın Labirenti müthiş sükse yapmış, çıkar çıkmaz klasikler arasına yerleşmiş bir film olsa da, bir çocuğun gözünden iç savaşın fırtınalı dönemine göz attığımız ilk film çok daha geçmiş bir döneme, 1977 yılına ait. Söz konusu The Spirit of the Beehive, Guillerme Del Toro'nun da belirttiği üzere "gelmiş geçmiş en iyi filmlerden bir tanesi,".

El espiritu de la musica için şöyle buyurun: 



El Espiritu De La Colmena ise şimdi başlıyor:



Dünya sinemasında önemli bir yere sahip Victor Erice'in ilk uzun metraj filmi olan "Arı Kovanının Ruhu", sinema dilinin en temel kullanımıyla izleyiciye şiirsel ve edebi bir gösteri sunuyor. Sembolizm denizinde serbest stil birincilikleri bulunan Erice, çocuk aklının dünyayı algılama biçimlerini enfes şekillerde aktarıyor.



Franco'nun ölümünden 2 yıl sonra çekilen filmin genel anlamda bir taşlama olduğunu bile söylemek mümkün. Dikta yönetimine getirilen eleştiriler, baskı ve zulüm ile yoğrulmuş bir toplumun sancıları filmde geniş yer buluyor. Çocukların dünyayı algılama şekillerinden yola çıkarak, büyüleyici bir manzara oluşturmasının altında, Franco dönemine getirilen kesin eleştiriler ve tespitler, filmin çok daha ciddi ve önemli bir bağlamda değerlendirilmesini gerekli kılıyor.

Semboller üzerinden Franco ve dikta rejimini eleştirmesi, insanın sonsuza dek sürecek olan güç arayışının ne denli büyük tehlikelere sebep olabileceği gerçeği ile (bkz. köye gelen film: Frankenstein) gibi çok ciddi meselelerden bahsetse de, iki küçük kardeşin birbiriyle şakalaşarak, etraflarında olup bitenleri kendi perspektiflerinden yorumlayarak dünyanın nasıl bir yer olduğunu keşfetme çabalarının büyüleyici bir güzellikle anlatımı filmin dengesini şaşmaz bir noktada tutmayı başarıyor.


"Frankenstein kızı neden öldürdü?"

Günün yalnızca belirli saatlerinde çekilmiş gibi duran, her daim kızıl tonları barındıran pastel renklere sahip enfes bir sinematografi ile geniş plan çekimleri sayesinde bile kült bir hale gelebilecekken, temelde zayıf gibi görünen ama basit semboller aracılığıyla çok daha güçlü bir hale gelmeyi başaran hikayesi ile birlikte tam manasıyla sinemanın gelmiş geçmiş en büyük eserlerinden birine dönüşmüş bir film The Spirit of the Beehive.

Çocuklukta olmazsa olmaz numaralardan biri: Ölü taklidi yapmak.

Semboller arasında kaybolup yorulmaya başlarsanız manzaralara dalabilir, sinema tarihinin en başarılı çocuk oyunculuklarından birine dikkat kesilebilir, ya da kendi çocukluğunuzda da sık sık yaptığınız şeyleri tekrar görüp hatıralar dalarak filmin sizi bambaşka diyarlara, zamanlara götürmesine izin verebilirsiniz. Eğer biraz kendinizi zorlayıp bu müthiş tecrübeyi layıkıyla deneyimlemek isterseniz de gelmiş geçmiş en büyük filmlerden birini izlemenin keyfini doyasıya yaşayabilirsiniz. Her halükarda izleyiciyi tatmin edeceği garanti bir filmden söz ediyorum kısacası.


Sezercik değil, Ana.

Daha derinlere inmiyorum. Yalnızca rehber olsun diye birkaç bir şey söylemek istedim..Gittiği her yolun sonunu göstermemesi, belirli bir hikaye anlatmaktan ziyada bir "ruh hali" anlatmaya çalışıyor olması bile merakların cezbedilmesine yetiyor olmalı zaten. Eğer zaman zaman "ciddi" filmleri de takip edebilen bir sinema izleyicisiyseniz kesinlikle kaçırmamanız gerektiğini düşündüğüm bir film The Spirit of the Beehive. Hiçbir şey için değilse bile yeşil ekran olmadan görsel bir şölene nasıl imza atılır, bunu görebilmeniz için. Mutlu günler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder