Herhangi bir sıralama ya da kıyaslama yapmadan, beğendiğim filmleri karışık bir şekilde yazıyorum. Mümkün mertebe genele hitap edebilecek şeyleri seçmeye çalışsam da bir sonraki yazıda daha abuk filmlerle de karşılaşabilirsiniz, şimdiden uyarayım.
İşte dünyanın nefesini tutup beklediği liste:
THE LEGO MOVIE
Bu senenin açık ara en harika animasyon filmi olan "The Lego Movie" ile açılışı yapmış olalım. "How to Train Your Dragon 2"'nin ilk filmin gölgesinde kalması bir yana, lego dünyasında geçen bu enfes filmin kendi alanında liderlik koltuğuna oturması için herhangi bir dış faktörü hesaba katmaya hiç gerek yok aslında. Barındırdığı onlarca göndermeden mükemmel seslendirmelerine, "Everything is Awesome" gibi inanılmaz (en azından bu şarkıyı bir dinleyin derim, zaten sonra illa ki filme de bakmak isteyeceksiniz!) bir şarkının ortaya çıkmasını sağlamasından küçük büyük herkese hitap eden zeki hikayesine ve elbette peş peşe patlayan mükemmel esprileriyle gerçekten de kusursuz bir filmdi "The Lego Movie" ve hemen herkes için yılın en büyük sürprizlerinden biriydi. İzlemediyseniz çok şey kaçırıyor olduğunuzu ekleyip sıradaki filme geçelim.
SNOWPIERCER
Daha evvel de uzun uzadıya övdüğüm Snowpiercer, bu senenin en kıyıda köşede kalan filmlerinden biri oldu ne yazık ki. İnsan eliyle dünyanın canına tükürülmesi sonrası insanlığın varlığını sürdürme çabaları temeline oturtulan "post-apokaliptik" filmler kategorisinde rahatlıkla çok üst basamaklara çıkan Snowpiercer, biraz da dışarıdan fazla kurgu görünen konusu sebebiyle her ne kadar oldukça popüler bir oyuncu kadrosuna sahip olsa da beklenen ilgiyi pek göremedi. Bu nedendir ki bulduğum her fırsatta cayır cayır Snowpiercer övmekten kati surette vazgeçmeyeceğim. Ortalama sinema izleyicisinin kimi türlere karşı mesafeli durması konusunu da bilahare tartışırız. Saçmalık müdürüm affedersin.
Akıcı öyküsü, mükemmel oyuncu seçimleri, daha da mükemmel sistem eleştirisi ile bu yılın en oturaklı, en ciddi işlerinden biri Snowpiercer. Alkışlar Joon-ho Bong ve ekibine gidiyor efendim.
BOYHOOD
Eğer bu listeyi "top 10" gibi bir düzende hazırlıyor olsaydım, bu yılın hiç şüphesiz en fantastik işlerinden biri olan Boyhood muhtemelen liderliği zorlayacaktı. Aynı oyuncu kadrosuyla 12 (on iki) yıl boyunca aralıklı bir şekilde yapılan çekimlerle bir çocuğun çocukluk çağında yaşadığı her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Daha bir şey söylemeye gerek yok gibi aslında, değil mi?
Elbette bu 12 yıl içerisinde değişip evrilen siyasi rejim, teknoloji ve sosyo-kültürel alışkanlıklar da, sinemanın en özgün ve cesur yönetmenlerinden biri olan Richard Linklater'ın dikkatinden kaçmamış ve film içerisinde bu konuda da birçok gönderme mevcut. İstisnasız her insanın kendi yaşantısından bir şeyler bulabileceği, her şeyiyle kendine has bir dram ve daha çok uzun yıllar boyunca övülecek bir film.
Ara sıra komşunun çocuğuyla karşılaşırsınız hani. Her karşılaştığınızda o çocuk bambaşka gelir gözünüze. "Zaman ne çabuk geçiyor," dersiniz. Yahu. Hakikaten. Çok acayip be.
LOCKE
Yine yıl içerisinde ölçüsüz bir şekilde övdüğüm bir film. Tom Hardy'nin önlenemez yükselişinin son meyvelerinden olan Locke, "tek mekan" filmleri içerisinde önemli bir konuma sahip, izleyici ile karakteri bütünleştiren bir film. Duygusal yoğunluğu bir yana, bu bütünleştirmenin yarattığı empati ile izleyiciye düşündürdükleriyle hakikaten çok başka bir iş.
Bireyi etkileyen tüm unsurlar, sorumluluklar-kararlar ve hatalar çerçevesinden kişinin hayatına şekil veren her şey, 85 dakika süren bir araba yolculuğu esnasında tek bir oyuncu ile mükemmele yakın bir şekilde anlatılıyor. Daha da fazlası için yukarıdaki bağlantıya bakabilirsiniz. Kaçırmayınız.
THE GRAND BUDAPEST HOTEL
Galiba kusursuz. Wes Anderson sinemasına bir parça hakim olan herkesin yıl içerisinde merakla bekleyip, izledikten sonra da fütursuzca sağda solda övdüğü The Grand Budapest Hotel gerçekten de tüm övgüleri hakediyor.
Kendi masalsı dünyasına izleyiciyi çekmeyi ve "hapsetmeyi" çok çok iyi başaran Wes Anderson'ın artık marka haline gelmiş planları, çekim teknikleri ve müthiş renk paleti bir yana, sinema tarihine Mösyö Gustave gibi unutulmaz bir karakter kazandırmış olması dahi "The Grand Budapest Hotel"'i çok özel kılmaya yetiyor.
Hayali bir Avrupa'da, karikatürize edilmiş enfes karakterler arasında yaşanan bir kaçma-kovalama hikayesi aktaran filmin tek ve en önemli kusuru süresi olsa gerek. Zira ilk on dakikadan sonra film hiç bitmesin istiyorsunuz ancak bu mükemmel serüven yalnızca 100 dakika sürüyor. Yıl boyunca sanırım yalnızca bu filmi izlerken "YHAA BİTMESİİİİİN :(" dedim. Daha nasıl öveyim bilmiyorum. Yine de daha detaylı inceleme için şöyle buyurabilirsiniz.
Çok uzatmamak ve dağılmamak için burada bir ara veriyorum. Yazının ikinci ve muhtemelen üçüncü bölümü de kısa süre içerisinde buralarda olur(umarım). Mutlu günler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder