17 Aralık 2014 Çarşamba

Coherence

Selam. Bugün sizlere "Coherence" öveceğim. Bilim-kurgu ve gerilimden çekinen varsa ne olur hemen kaçmasın. Gerçekten güzel bir film bu çünkü. İnsanı germekten ya da işlediği konuya dair bilimsel hesaplamalara zorlamadan ziyade epey beyin fırtınası yaptırıyor. Üstelik sırtını efektlere zerre dayamadan başarıyor bunu. Çok ilginçli değil mi?

Müzik de güzel hem: 



Schrödinger'in kedisini duymayan yoktur herhalde. Kuantum fiziği ile algılayabildiğimiz, hadi "dünya fiziği" diyeyim, arasındaki geçişi açıklamaya yarayan basit bir deney. Teoride kalmış bir şey tabii de olabilecek en düz haliyle anlatmak gerekirse bir kutunun içerisine kapatılmış bir kedi ve onu %50 ihtimalle öldürebilecek bir mekanizmadan (bozunma ihtimali olan radyoaktif bir izotop, foton tetikleyiciye sahip bir tabanca, vs) ibaret olan bu deneyde tüm olay birinin gözlemci olarak deneye katılıp kutuyu açarak olaya müdahil olmasındadır. Bize göre kedi %50 ihtimalle hayatta iken kuantum fiziğinde oranların bir anlamı kalmıyor ve kedi hem ölü hem de canlı kabul ediliyor. Zira silahın ateşlenip ateşlenmeyeceği kutuyu açmadan öğrenilmesi imkansız bir şey. Ya da izotopun bozulup bozulmadığını anlamak. Gözlemlenemeyen bir deney olduğu için ortaya attığı paradoksun çözümü de yok elbette.

Fazlaca yüzeysel geçiyorum ki canlar sıkılmasın. Dileyen daha detaylı araştırabilir tabiisi. Zira "Coherence" da hemen hemen benzer bir prensip üzerine inşa edilmiş bir öyküye sahip.



"Coherence", bir kuyruklu yıldızın dünyaya çok yaklaştığı bir gecede toplanan 8 arkadaşın gece boyunca yaşadıklarına odaklanıyor. Kuyruklu yıldızın geçişi nedeniyle yaşanan aksaklıklar neticesinde elektrikler kesiliyor ve tüm mahalle karanlığa gömülmüşken 2 blok ötede bir evin aydınlık olduğunu fark eden karakterler ne olup bittiğini anlamak ve yardım çağırmak için o eve gitmeye karar verince çarşı pazar karışıyor. Gerisine hiç girmiyorum ki tadı kaçmasın.

Düşük bütçesi ve yenilikçi tavrı ile ayrıca beğendiğim Coherence'ın en temel özelliği bir yandan kafada deli sorular yaratırken diğer yandan da insanı diken üstünde tutabilmesi. Bahsettiğim şey gerçek bir gerilim tecrübesi değil, daha ziyade bilinmezin yarattığı heyecan ve merak ile tetiklenen bir stres. Baş kahramanımız Em (Emily Baldoni)'in odağında paralel evrenler ve sonsuz olasılıklar içerisinde bir seyahate çıkıyoruz. Neyin ya da kimin ilk ihtimaldeki özne olduğunu anlamak için ortaya atılan, rastlantısal bir şekilde seçildiği düşünülen (acaba?) nesneler, belirleyiciler falan derken kendinizi filme kaptırıyorsunuz.


1908 yılında yaşanan Tunguska olayını kendine yol gösterici olarak belirlediğini her saniye hissettiren filmin %90'ı tek mekanda geçiyor. Ya da bize öyle geliyor. O mekandan milyarlarca var neticede ve bir tanesi bile diğerinin aynısı değil. Böyle olunca aslında mekan açısından gelmiş geçmiş en zengin 3-4 filmden biri olduğunu bile iddia etmek mümkün.

Üstteki paragrafı okuduktan sonra yüzünüzün aldığı şekil bence bunlardan biri.

Merak ettirmekten başka bir çabam olmadığı için çok uzatmak istemiyorum. Tamamen indie kaygılarla, çok kaliteli bir bilim-kurgu hikayesi anlatıyor Coherence. Birkaç kişi birlikte izleyin mümkünse, sonrasında bol bol kafa patlatırsınız. İlk başta her şey çok karmaşık ve film ne anlatmaya çalışıyor belli değil gibi görünse de yarım saat içinde toparlıyor. Bu senenin en iyilerinden biri. Kaçırmayın.

Mutlu günler.

1 yorum: