2 Haziran 2014 Pazartesi

Snowpiercer

Selam. Sonsuz hayal gücümüz ve hakimiyet arzumuzla ekseriyetle içine tükürmeye devam ettiğimiz dünyanın sonuna ilişkin filmlere olan sevgimi daha evvel belirtmiştim. Bugün de bu tarz bir filmden, devrimci bir bakış açısı ile doğumun ancak yıkımla mümkün olabileceği mesajını hiç de fena bir şekilde vermeyen Snowpiercer'dan bahsedeceğim.


Madeo ile gönlümü kazanan Joon-ho Bong'un son filmi olarak karşımıza çıkan Snowpiercer'da Chris Evans (Kaptan Amerika), Jamie Bell (Evan Rachel Wood'un kocası :'), John Hurt (buruştukça daha da iyi bir oyuncu olan insan),Tilda Swinton (Çok güzel saçları olabilen kadın) ve Ed Harris (Hiç kötü filmini izlemediğim güzel gözlü adam) gibi birçok isim yer alıyor.


Küresel ısınmayı önlemek amacıyla denenen bir şey elde patlar ve dünya buzul çağına girer, yaşam yok olur. Bir grup insan ise durmaksızın dünyanın etrafında dolanan, kendi enerjisini üreten bir trenin içinde yaşamaya devam etmektedir. Bu haliyle dümdüz bir post-apokaliptik bilim kurgu gibi görünse de kapalı bir sistemin içinde, farkında bile olmadan kendisine verilmiş rolü oynayan insanlar üzerinden çok büyük laflar etmeye, sistem eleştirisinin dibine vurmaya başlıyor film. Bu nedenle Joon-ho Bong'a şimdiden saygı ve sevgimi yollayayım, araya kaynamasın sonra.



Trenin her bölgesinde yaşam aynı değildir elbette ve son vagonda perişan bir halde yaşayan grup isyan bayrağını çeker. Buna karşın treni geliştiren zihniyet tabii ki ön vagonlarda yaşayanların bekasını sağlamak adına gerekli tedbirleri alır ve işler çok daha kanlı bir hale, büyük bir devrim sürecine girer.


Namgoong'un döngü kıran hareketi, Curtis'in yıkmak üzere olduğu sistemin başına geçmek/sistemi yok etmek arasında gidip gelen ruh hali, vagonlar arasında, günümüz dünyasına kıyas yapabilme imkanı (ayak takımı, orta sınıfın kayıtsızlığı, zenginin ultra müthiş hayatı, eğitim sistemi...vs) filmin en can alıcı özellikleri. Joon ho-Bong her vagonda önce belirli bir tespiti ortaya koyuyor, ardından da kıyas ve eleştiri yapması için tespiti izleyicinin gözüne sokuyor. Belki bu açıdan bakınca biraz fazla bariz bir yöntem kullandığı için eleştirebilirim Bong'u ama öte yandan mesaj kaygısı oldukça bol olduğu belli olan Snowpiercer'ın bir şeyler anlatmaya çabalamış ama bilim kurgu hevesi yüzünden bir türlü meramını dile getirememiş bir film olarak hatırlamak isteyeceğimi sanmıyorum.



Son vagonlarda tüketilen gıdaları göz önüne alıp ufak bir kıyaslama yaparak Bong'un derdini kısaca örneklemek gerekirse günümüz dünyasında insanlığın bir bölümü sentetik ürünleri sistematik bir sunilikle yaratılan "fırsat" ve "indirim"leri değerlendirerek jet hızıyla tüketmeye devam ederken bir başka bölümü ise ötekinin ömrü boyunca tadamayacağı keyifleri gündelik bir rutinde yaşıyor. Bir grubun "lüksü" 15 liralık sentetik hamburger menüsü iken ötekinin "normali" 100 liralık bonfile mesela. Trendeki gıda dağıtımı ve sistemi bu şekilde incelemek mümkün. Bu şekilde sayısız örnek üzerinden düşünmeye zorluyor izleyicisini. Marx, Wilde, Orwell gibi isimlere yakınlığıyla da iyice göz dolduruyor.


Aradaki görsellerden yola çıkarak izleyeceğiniz filmin nasıl bu yazıda bahsedilen şeylerle ilgili olduğunu merak ettiyseniz mutlaka bir şans verin Snowpiercer'a. Tatlı-sert üslubuyla tatlı kafasını bu tip düşüncelerle daha önce hiç yormamış olan kişilerde bile ufak bir gıdıklanma, minik bir tepkime geliştirebilecek kadar net, her ne kadar imkansız gibi görünse de her zaman yeni bir şansın olduğunu, bazen en umutsuz anda yapılması gereken şeyin bir saniyeliğine bile olsa Polyanna'cı düşünmek olduğunu beyinlere kazıyan harika bir film.


Hayatta her şey inandığımız kadar. Mutlu günler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder