İlkinde çok gülüp ikincisinde belki de ağlayacağınız bu filmlere geçmeden evvel adet olduğu üzere abuk bir de müzik verelim:
Er Ist Wieder Da, Almanya'nın en büyük utancı Hitler'lerin Adolf'unu ilginç bir şekilde ele alan nefis bir komedi filmi. Nasıl olduğunu pek anlayamadığımız ama okült işlere olan merakı ile gayet "neden olmasın?" şeklinde karşılanabilecek bir şekilde Adolf Hitler kendisini günümüz Almanya'sında buluyor ve olaylar gelişiyor. Hiç kimsenin karşısında gerçekten de Adolf Hitler'in olduğuna inanmaması ve karakterinden asla çıkmayan, müthiş bir komedyen olarak algılamaları sayesinde de ortalık iyice karışıyor.
Şişman, basiretsiz bir kadına emanet edilmiş koca bir "reich", propaganda için müthiş birer silah olabilecekken yemek tarifleri gibi saçmalıklarla yüce Alman halkının beynini yıkayan teknolojik aletler, Almanya topraklarında yaşayan pek çok Türk ve memnuniyetsizliğini, şaşkınlığını veya öfkesini oldukça açık bir dille belirttiği pek çok durumla karşılaşan Hitler'in günümüz dünyasının işleyişi konusundaki yorumları ve nokta atışı tespitleri, Er Ist Wieder Da'yı sıradan bir komedi filmi olmanın ötesine taşıyor. Tabii bu noktada filmin aslında bir kitap uyarlaması (Aynı isimli, Timur Vermes imzalı) olduğunu belirtmek gerek. Bu komedi/gerçeklerin yüze vurulması durumu da böylece daha net açıklanıyor.
Der Untergang'dan beri gördüğüm en iyi Adolf Hitler karakteri oyuncusu seçimi ("cast" yazıp geçmemek için atılan taklalar) ve çok kaliteli esprileriyle uzun süre hatırlayacağım bir film oldu Er Ist Wieder Da. Bir de filmle ilgili şöyle bir detayı da belirtmeden geçmeyeyim: Adolf Hitler karakterine bürünmüş bir adamı Almanya sokaklarında dolaştırmak, turistlerle ve halkla iletişime sokmak bile büyük olay. Filmde küçücük de olsa bir bölümde bu olayı görüyoruz. Film çekimi olduğundan habersiz bir sürü insan, karşısında Adolf Hitler kılığında birini görüyor ve verdikleri tepkiler birebir filmde yer alıyor. Sadece bunu görmek için bile izlenir. Bizde olsa nasıl olurdu konusuna hiç girmeden diğer filme geçiyorum.
* * *
Tanıtacağım 2. film ise aslında alabildiğine ciddi ve Er Ist Wieder Da ile karşılaştırılacak ya da aynı yazı içerisinde yer alacak bir film değil kesinlikle. Zira En man som heter Ove, ya da diğer adıyla A Man Called Ove, İsveç'in bu seneki Oscar Ödülleri yarışındaki en güçlü adayı olan, Jack Nicholson'ın "About Schmidt" veya Clint Eastwood'un "Gran Torino"' filmleriyle arasında hayli benzerlikler barındıran enfes bir film.
Eşi vefat etmiş, huysuz ve yaşlı Ove'nin yaşamına odaklanan film komedi/drama dengesini çok iyi tutturmuş bir seyirde ilerliyor. Yüce gönüllü, büyük bir kalbe sahip (inside joke haha) Ove'nin huysuzlukları, bu davranışlarının sebepleriyle beraber perdeye yansırken aslında içten, samimi bir sinema için gerekli olan şeylerin ne kadar basit olduğunu görmemizi de sağlıyor. Ove'nin prensipli, saygın yaşamı izleyeni içine alıyor ve her ne kadar biraz ağır ilerlese de samimiyetiyle sarıp sarmalıyor.
Özellikle geriye dönüşlerde hissedilen, belki bir İskandinav filminden beklemeyeceğiniz yumuşacık bir dünya, insanın kalbini özlemle dolduran muazzam bir aşk ile zaman zaman gözlerin dolmasına neden olacak bir yaşamı gözler önüne seren En man som heter Ove, aldığı yüksek puanların ve olumlu eleştirilerin tamamını ve şahsi fikrime göre daha da fazlasını hak ediyor. Oscar alır mı bilmem ama Ove-Sonja aşkı şimdiden benim beyaz perdedeki favori aşk hikayelerimden bir tanesi oldu. Çok, çok güzel bir film bu.
Şimdilik bu kadar. Umarım ileride herkes kendi Ove'sini, kendi Sonja'sını bulur ve her zaman orada olmaya devam edecek kendi Hitler'ini...Ya çok alakasız bu filmler, ben nasıl bunları bağlayıp mesaj vereyim şimdi.
Mutlu günler!