Moniker'ın hazırladığı OST çok güzel olduğu için başka bir müzik paylaşmak içimden gelmedi:
İşte son Waititi bebişliği Hunt for the Wilderpeople!
İyi hissetmek artık pek kolay ya da ucuz bir şey değil. Hatta gittikçe daha da lüks bir hale geliyor. Bu nedenle de insana kendini iyi hissettirebilen şeylerin kıymeti de giderek artıyor. Böyle bir lükse kavuşmanın en kolay yollarından bir tanesi ise şüphesiz iyi bir film izlemek. Bu noktada Hunt for the Wilderpeople için gönül rahatlığıyla 2016'nın en kıymetli işlerinden biri, diyebilirim. Çünkü 101 dakikanın sonunda kendini 101 dakika öncesine göre daha iyi hissetmeyen biri var mıdır, pek sanmıyorum.
Zor bir çocukluk geçirmekte olan ve aslında hali hazırda pek de kolay bir çocuk olmayan Ricky Baker'ı evlat edindirme çabası ile başlayan film, kısa süre içerisinde bir kaçma-kovalama öyküsüne dönüşse bile çok ciddi olaylar ve yansımaları, Ricky ve Hec'in alabildiğine basit tutumu ve samimi arkadaşlığı sayesinde masalsı, başka bir evrene ait gerçeklermiş gibi görünmeye başlıyor. Yeni Zelanda'nın haksızlık derecesinde mükemmel olan coğrafyası bu masalsılığa büyük ölçüde katkıda bulunuyor tabii bulunmasına ama övgülerin çoğu Ricky ve Hec'in neredeyse karikatürize karakterlerinin samimiyetine gitmeli.
![]() |
Keşke bizim de böyle bir teyzemiz olsa |
Çok da uzatmayayım. Tupac'den Yüzüklerin Efendisi'ne, Hayvan Çiftliği'nden Soğuk Savaş dönemine, Terminator'a ve daha birçoklarına göndermeler, harika müzikler (gerçekten Moniker'in soundtrack albümüne mutlaka göz atın) ve şapşik Yeni Zelanda aksanı bonuslarıyla iyice gönlümü çelen Hunt for the Wilderpeople'ı film seyretmekten hoşlanan herkese gözü kapalı öneriyorum. Öyle dünyanın en filmi filan değil elbette ama izlemezseniz kesinlikle çok şey kaybedersiniz. Ha, tatlı tatlı gözleriniz dolarsa karışmam ama, söyleyeyim.
![]() |
SHIT! JUST ! GOT ! REAL!' ahahah |
Mutlu günler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder