19 Kasım 2014 Çarşamba

Interstellar

Selam. Adı geçtiğinde ceketimizi iliklediğimiz usta yönetmen Christopher Nolan'ın yeni filmi "Interstellar" - "Yıldızlararası", farkında olduğunuz ya da olmadığınız üzere şu sıralar fırtınalar koparıyor dünyada. Gelen çeşit çeşit yorum ve eleştiri bir yana, Nolan'ın bu yılın en ilgi çekici ve akılda kalıcı işlerinden birine imza atmış olduğu konusunda herkes fikir birliği içerisinde gibi duruyor.

Hakikaten de pek çok farklı açıdan değerlendirilebilecek bir film Interstellar. Ben işin daha artist taraflarını başkalarına bırakarak, ömrümde izlediğim en iyi iki-üç filmden biri olan Interstellar'ı bende yarattığı etkiye göre değerlendirip, olur da izlemeye ikna edersem diye kaleme alıyorum bu yazıyı. Yalnızca Interstellar ile ilgili abuk subuk fikirlerim, anlamsız gaza gelişlerim filan olacak, spoiler endişesi taşıyan var ise müsterih olsun.

Müzik: 






Küf nedeniyle insanlığın gelişim uğraşılarının yerini hayatta kalma çabasına bıraktığı, varlığın bir veya birkaç sonraki jenerasyonda devam edip etmeyeceğinin dahi belirsiz olduğu bir durumu ortaya koyarak açılıyor Interstellar. Romantik komedilerin karizmatik kovboy çocuğundan adamakıllı bir oyuncuya evrilen kariyeri ile son yıllarda sıklıkla kendinden söz ettiren Matthew McConaughey'in canlandırdığı eski NASA pilotu, yeni çiftçi Cooper karakteri de tıpkı insanlığın kalanı gibi önceliklerini değiştirmek zorunda kalmış bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Cooper kaybettiği eşinin babası, genç oğlu ve küçük kızı ile beraber yaşadığı bir çiftlikte, etrafındakilerin hayatını idame ettirmesini sağlamaya çalışırken kızı Murphy'nin merakı sayesinde Nolan izleyiciyi insanlığın hayatta kalma mücadelesini bir kenara bırakmaya zorlayıp uzayda yeni bir "dünya" bulma çabasına ortak ediyor.

Mısırların arasında gezeceğine kaldır kafanı da yukarıya bak bir, diyor.

Ayrı ayrı filmlere konu olabilecek farklı birçok bölüme ayırabileceğimiz hikayeden devam edersek; bulunduğumuz gezegenin insan için yaşama elverişsiz bir hale gelmesi ile başlatılan bir proje kapsamında on iki kaşif on iki farklı gezegene, bu gezegenlerden herhangi birinin insanlığın sürdürülmesine elverişli olup olmadığını test etmek amacıyla gönderilmiştir. Yalnızca üç gezegenden olumlu sinyaller alınmaktadır ve Cooper'ın önderliğindeki bir keşif ekibi, "Gargantua" solucan deliği aracılığıyla bu gezegenlere, oraya yıllar önce gitmiş olan kaşiflere, kısaca insanlığın kurtuluşuna doğru bir yolculuğa çıkarlar. Olaylar olaylar.

Arkalarından su döken olsa belki de o 23 yıl...Neyse.

Interstellar'ın en ilginç tarafı bilim-kurguyu insana ait en temel ögeler ile anlatabilmesi belki de. Temelinde yer alan ve şimdiye değin beyaz perdede örneğine rastlanmamış bir şekilde anlatılan "solucan deliği", "zamanın göreceliliği" gibi kavramlar "Belki de aşk, zamanın, uzayın ötesine geçebilen bir şeydir..." kadar ucuz görünen bir cümleden ortaya çıkan fikirlerin desteğiyle seyirciye aktarılıyor.

İnsan olmanın belki de tek müthiş özelliği olan sevebilmeyi, aşık olabilmeyi öyle güzel yerlerde, öyle nokta atışı diyaloglar ile veriyor ki, dolmayan gözlere göz denmemesi için her türlü kampanyaya ismini yazdırası geliyor insanın. 

Bir yandan karakterlerden ziyade olgular üzerinden ilerleyen drama ögeleriyle, bir yandan da Nolan'ın özellikle sevdiği, olay örgüsünün akmaya devam ettiği esnada bir sonraki çözümlemeyi seyirciye yaptırarak filmi bir tecrübeye dönüştüren ögeleriyle, çok tartışılan ve benim pek takılmadığım 169 dakikalık süresi boyunca Interstellar'ın yarattığı hissiyatlar o kadar birbirinden farklı ve fakat her biri öyle yoğun, öyle keyif veren şeyler ki, gerçekten de filme dair yazılıp çizilen bazı şeyleri görünce hayret ediyorum.

En durağan C hangisidir? Tabii ki Endurance.

Nedense Türk insanın sürekli yaptığı "E bir tek Amerika var değil mi dünyada?" bazlı, ABD bayrağının beyaz perdede görünmesiyle fitili ateşlenen yorumlardan tutun da, filmin "bitememesi" sorununa, Cooper dışında neredeyse hiçbir karakterin içinin doldurulmamış olmasına, olay örgüsündeki kimi kopukluklara kadar her türlü eleştiriden haberdarım. Mantıklı bir-iki tanesine de oldukça katılıyorum hatta. Fakat inanır mısınız, tüm bunlar zerre umurumda değil ve Interstellar'ın hayatımda izlediğim en güzel iki-üç filmden bir tanesi olduğu düşüncem hala yerli yerinde duruyor.

Buna espri bulamadım.

Interstellar özelinde Nolan'ın üzerinde durmaya çalıştığı noktalar o kadar keyifli ve Interstellar da bu noktaları o kadar başarılı bir şekilde ortaya koyuyor ki, kendi kendime "Neden filmi didikleyerek, hata arayarak ya da eksiğini bulmaya çalışarak bu harika deneyimden kendimi yoksun bırakayım ki?" sorusunu sormadan edemiyorum. Çok tartışılan ama toplamda 5-10 dakikalık bir bölüm dışında ilgiyi her zaman yüksek tuttuğunu düşündüğüm 169 dakikalık süresi boyunca umudun değişkenliği, zaman zaman insanı biraz düşünmeye zorlayan kurgusu, enfes görselleri, daha da enfes ses ve müzikleri, DAHA DA enfes diyalogları ve hakikaten de ortalama zekaya sahip birinin anlayabileceği şekilde anlatılmış teorisi ile Interstellar'dan keyif almaya bakın ağabey. Bu seferlik koca harflerle başlayan "ama"'lı cümleler kurmayıverin.

Bazen çok güzel oluyorsun Anne Hathaway. Sırf bunu demeye koymadım fotoğrafı tabii, Anne de oynuyor filmde.

Christopher Nolan, Interstellar ile her filmde ayrı bir manifestoyu önümüze sunma alışkanlığını sürdürüyor. Bu defa içerik çok tanıdık olsa da, biçem olarak çok farklı bir yol izliyor, tek fark bu. Baktınız işin teorik fiziğe dair boyutu sizi aşıyor, ya da bayıyor, insanlığın kurtuluşundan bireyin temel korku ve arzularına, keşif olgusunun altında yatan heyecana, aileye, sevgiye, aşka, ayrılığa odaklanın. Yahut tam tersi işte. İkisini birden tecrübe etmek ise şahsım adına hayatımda geçirdiğim en ilginç ve en yoğun üç saati sağladı bana. 

Interstellar hayatımda izlediğim en iyi birkaç filmden bir tanesi. Sabaha kadar anlatasım falan olsa da spoiler yok dedim, susuyorum o yüzden. Bir bu kadar da filmdeki yerçekimi, ağırlık/kütle, zaman, uzay ve benzer şeyler hakkında yazılabilir film hakkında. Eğer dilerseniz Google'a Kip Thorne ve Neil deGrasse Tyson yazıp tavşan deliği ne kadar genişmiş bir bakabilirsiniz. Çok da uğraşmayın derim, zira bunlar yalnızca Nolan'ın kendini ifade etmesini sağlayan araçlar. Interstellar'ın anlatmaya çalıştığı şeyler çok daha başka. Mutlu günler.

2 yorum:

  1. film baya baya contact'ı anımsattı bana. inceptionda da konu bildiğin existenzdi. böyle olunca da sırf prodüksüyonu ve müzikleri daha iyi diye nolan'ın filmlerini bu filmlerin üstünde göremiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Contact'ın baba-kız ilişkisi epey adapte edilmiş Interstellar'a, evet. The Message, Fringe filan etkileri de görmek mümkün hatta. Fakat Nolan'ın kafasındaki fikri oturttuğu bağlam, bellek-kurgu gibi odaklardan filme bakınca ortada ismi geçen diğer filmlerden çok daha büyük bir şey olduğu rahatlıkla görülebiliyor benim açımdan.
      Ayrıca teşekkür ederim, yorumunuz için.

      Sil