Kara komedi ile yol filmleri arasında kendini konumlandıran, ancak bu iki tür üzerinden kimliğini ortaya koyabilecek kadar basit olmayan bir film Sightseers. Alabildiğine sorunlu bir annenin kızı Tina ile geçmişine dair ufak kırıntılar dışında elle tutulur bir bilgiye sahip olamadığımız Chris'in İngiltere'nin göller bölgesine yapacakları karavan yolculuğu, filmin başı itibariyle bu iki problemli karakterin başlarına gelecek türlü sakarlıklar eşliğinde sıcacık bir romantik-komedi vaadinde bulunur gibi yapıyor. Ancak oldukça yalnız ve başarısız olan bu iki karakter her ne kadar birbirini bulduğunda kısa bir süreliğine normallik emareleri gösterip hayata uyum sağlayacak gibi görünse de hikayenin devamında önlerini alamıyoruz, öyle böyle gelişmiyor olaylar, çok acayip gelişiyor. Tövbe estağfurullah şeyler oluyor.
Sıradan insanların uç psikoloji davranışlarını gayet olağan bir öykü üzerine kurmuş olması, Ben Wheatley'in Sightseers'daki en büyük başarısı. Korku ile komedinin dirsek temasında bulunduğuna olan inancını sık sık dile getiren Wheatley, şirin karakterleri ve sıcak bir öyküyü kırmızıya boyamada hiç tereddüt etmiyor. Henüz ilk yarım saatlik dilimde, cesetler birikmeye başlıyor. Demiştim olaylar karışıyor diye.
Chris'in belirli bir katil içgüdüsü ve öldürme düzeni varken Tina tamamen bağımsız bir noktada, "Masum insanların bu şekilde kolayca öldürülebileceğini düşünmemiştim daha önce," sözleriyle açıkladığı, rahat bir tavrı var. Varoluşsal sorunlarını bir erkeğin varlığı üzerinden gidermeye çalışan kadının ani karakter ve huy değişimleri, Tina'da da vuku bulmakta gecikmiyor. Hatta Chris'in davranışlarına Tina ile birlikte şaşırmaya başlayan seyirci, bir süre sonra Chris'in alışageldik bir başarısızlık öyküsü olduğunu soğuk kanlı bir katil olduğunu kabullenip, Tina'daki değişimi sorgulamaya başlıyor.
Tina eksenine kayıldığında da ortaya çıkan yeni durum kadın-erkek ilişkisindeki mücadele olarak cereyan ediyor. Tina'nın Chris'le yaşadığı her anlaşmazlık, her kriz, bir başkasının ölümüne neden oluyor. Filmin öngörülebilir sonunda bile bu alışkanlıktan vazgeçilmemiş ve bu biraz can sıkıyor aslında.
Her ne kadar çok benzetilebilir dursa da, Chris ve Tina'nın karikatürizelikten uzak kimlikleri sayesinde Sightseers bir Natural Born Killers olmaktan kurtarıyor kendisini. Yazının başındaki pastoral anlatım yaklaşımı ve basit sakarlıklardan tutun da kahkahalarla güldüğüm "Murder is green?!" tartışmasına varan boyutlardaki dengeli mizah unsuru da birleşince, klasmanlararası bir noktaya yerleşiyor Sightseers. Bir de özellikle "darbe" seslerindeki gerçeklik ve rahatsız edicilik, müthiş bir kontrast yaratmış. Filmin en etkileyici özelliklerinden biri de kesinlikle bu.
Derinlemesine analizler yapmak da mümkün elbette. Fakat Wheatley'nin kalıpların dışında bir güldürü yapma isteği ve filmin işlenişi, bu analizlere kafa patlatma isteğini baltalıyor zaten. Pasif annenin davranışları, türlü eksiklikleri evcil hayvanlarla giderme, kıskançlık ile ortaya çıkan, başkasının kimliğini yaşama dürtüsü..vs vs diye birçok alt başlık üzerinden türlü geyiklere girilebilir, ancak böyle bir ilgiye gerek olduğunu düşünmüyorum ben.
Çizdiği yol itibariyle insanı şaşırtan, sonrasında yarı eğlenceli, yarı rahatsız edici bir kimliğe bürünen, nereden bakarsanız bakın enteresan bir film Sightseers. Kesinlikle çok daha iyi olabilirmiş, yine de her halükarda izlenilmesi gereken, farklılığıyla ön plana çıkan bir yapım.
Köpeğiniz varsa ve örgü örmekten hoşlanıyorsanız tığlarınızı nereye koyduğunuza dikkat edin, diyor, mutlu günler diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder