17 Temmuz 2014 Perşembe

Transcendence

Selam. Bugün kimilerinin suratından illallah ettiği, kimilerinin ise kendisini gördüğünde erotik hayallere kapıldığı bir isimden, Johnny Depp'den ve son filmi Transcendence'dan bahsedeceğim, hadi bakalım. Önce müzik:


Mayın ayının son günlerinde, ülkemizde "Evrim" adıyla gösterime giren Transcendence:



Yazıya uzun zamandır Johnny Depp'in yer aldığı iyi bir film izlemediğimi belirterek gireyim. "Jack Sparrow" karakterinin devasa bir pazarlama ürününe dönüşmesinden duyduğu rahatsızlığı zaman zaman -hiç samimi olmasa da- dile getirmesine karşın tamamen duygusal sebeplerden sürekli yeni bir Karayip Korsanları projesinde yer almaya devam etmesi ve zamanında Tim Burton'a teslim ederek zaten bir nebze kontrolünü yitirmeye başladığı kariyerinin hakimiyetini iyice kaybetmiş durumda olması aslında epey üzücü. Eskiyen yüzüne ve tekdüze, durağan performansına rağmen zaman zaman doğru projelerde de yer alabiliyor. Transcendence da bu projelerden bir tanesi gibi dursa da aslında yine vasat bir iş. Fakat bu sefer suç Johnny'de değil. 

Johhny'ye eşlik eden isimler Rebecca Hall, Paul Bettany ve Morgan Freeman.

Christopher Nolan'ın yapımcılığını üstlendiği filmin oldukça iddialı ve özel bir de konusu var: Transhuman. Yani bir nevi insanın makineleşmesi. Nanoteknoloji ve nöroanatomi ile oluşturulacak bir yapay zeka sayesinde insanlığın bir sonraki safhaya geçebileceğini düşünen Doktor Will Caster'ın, bir noktada "yapay Tanrı" sayılacak bu yeni teknolojiye karşı gelen radikal bir grubun saldırısına uğraması ve ölmeden hemen önce eşi ile birlikte kafalarındaki projeyi hayata geçirmeleri ile gelişen olaylar işleniyor filmde. 


Bilim-kurgu türü altında sayılan Transcendence'ın ne kadar tatmin edici olabileceği aslında biraz da izleyicinin beklentisine ve donanımına bakıyor. Daha önce "The Lawnmover Man" gibi, "Eagle Eye" gibi filmleri izlemiş, bilim-kurgu türü filmlerle içli dışlı olmuşsanız Transcendence'ın romantizm dozu tadınızı kaçırabilir. Buna karşın ilginç hayalleri olan sıradan iki insanın hikayesini izleme fikri cazip geliyorsa ve detaylarda karşılaşılabilecek enteresan bilgiler ile insan neslinin bir sonraki evriminin nasıl gerçekleşeceği üzerine düşündürebilmesi sizin için yeterli olursa, Transcendence fena olmayabilir. 

Biraz da Nolan etkisiyle şekillenen kadroda Freeman kaşesini almış, gerisine karışmamış.

Wally Pfister ilk kez geçtiği kamera arkasında epey tözekliyor. Jack Paglen'ın kaleme aldığı senaryo ise eksikliklerle dolu. Yine de alt metinleri o kadar sağlam ve yarattığı çatışma o kadar ilahi bir noktada ki, tüm eksikliklerine rağmen insan kendini filmden keyif almış, üzerine düşünüyorken bulabiliyor. Son tahlilde daha usta kişilerin elinde çok daha başka yerlere gidebilecek, yeni bir "The Matrix" serisi haline bile gelebilecek bir fikir oldukça dandik bir şekilde kullanılmış, o ayrı.

Kısaca bir-iki şeyden bahsetmek gerekirse; dünyanın tüm bilgisine anında erişebilen bir zekanın Faraday Kafesi karşısında çaresiz kalması, film her vites artırdığında romantizm kasisleriyle karşılaşmamız, neden orada olduğu hiç belli olmayan ve Washington'ı aradıktan sonra elde edebildiği tek şey tarihi eser havan topları olan Ajan Buchanen, komple Morgan Freeman ve özgür iradenin aslında bir tür gizleme aracı olduğu fikrinin BOK GİBİ işlenmesi, olarak özet geçebileceğim bir takım sıkıntılar mevcut ne yazık ki.

Kült bir seriye dönüşebilecek, Asimov'u bile şaşırtabilecek güce sahipken neden olmamış, bilemiyoruz elbette. Bu sayfada yer almasının asıl sebebi de bu aslında bir yerde. Efsane haline gelebilecek bir fikir nasıl hiç edilir, bunu görmek için bile olsa Transcendence'ı izleyin. Bir parça beyninizi gıdıklamayı başarırsa bu konuyu ele alan daha eski ve herhangi bir pohpohlamaya ihtiyaç duymadan kült olmuş filmlere bir göz atın. Mutlu günler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder